22 Aralık 2008 Pazartesi

Sen misin Galatasaray'a penaltı veren

İşte yeniden başlıyoruz. Geçen sezon Ali Sami Yen'de oynanan Galatasaray-Fenerbahçe maçında Fenerbahçeli oyunculara iki kırmızı kart gösteren ve bunun bedelini o günden beri hiçbir büyük maçta görev verilmeyerek ödemek zorunda kalan Cüneyt Çakır anlaşılan dersini hala alamamış. Türkiye'de futbol kurallarının tarafsız bir şekilde uygulanmasına asla izin verilmeyeceğini, hangi camianın medyada lobisi varsa, hangisi cazgırlıkta daha baskın ise daima onu koruyup kollamak gerektiğini öğrenememiş. O kupa maçında Fenerbahçeli futbolculara gösterilen kartların hepsi futbol kuralları içinde doğru kartlar olsa da sonuçta 9 kişi bıraktığın takım Fenerbahçe ise bunun bir bedelinin mutlaka olacağını unutmuş olacakki bugünkü Galatasaray-Beşiktaş maçında da mükemmel bir yönetim gösterse bile Galatasaray lehine çaldığı (ikisi de %100 doğru) iki penaltı ve Delgado'ya gösterdiği (ikisi de %100 doğru) iki sarı karttan dolayı maçın bittiği andan itibaren infaz edilmeye başladı.

Bu akşam hep birlikte gördükki hakeme "sarı kart işareti" yapmak başka her maçta direkt sarı kartla cezalandırılması gereken bir davranış olduğu söylenir iken, eğer sözkonusu olan Galatasaray'ın rakibi ise, bu durumda o hareket sırasında sarfedilen laflar, o hareketi rakibi değil kendini kastederek filan yapmak durumu meşru hale getirebiliyormuş. Hatta eğer bu hareketi yaparken hakeme ingilizce (olduğu iddia edilen) bir takım cümleler sarfeder, maçtan sonra da basına "ben bana gösterdiği kartı kastettim" dersen bu durumda hakem haksız kabul edilmeliymiş. Yani "niye rakibe sarı kart göstermiyorsun" anlamında kart işareti yapmak yasak, ama "niye bana sarı kart gösterdin" anlamında aynı işareti yapmak mübah olabiliyormuş, sanki ikisi de sonuçta itiraz değilmiş gibi, sanki "bana ilk faulümde kart gösterdin" demek aslında "rakibe neden aynısı göstermiyorsun" anlamına gelmiyormuş gibi. Toroğlu'nun yorumuna göre ise burada Delgado diyormuş ki, "Arkadaş ben bir faul yaptım, sen sarı verdin. Adam kaç defa yaptı, niye vermiyorsun?" Üstelik bunu İngilizce söylüyormuş. Ama FIFA kokartlı dil bilen hakem bunu anlamıyormuş. Burada bir diğer enteresan taktik de Toroğlu'nun bunları söylerken "maç sırasında beni 5 arkadaşım aradı, beşi de Delgado'nun dudaklarının hareketinden ne dediğini çözüp bana ilettiler" Büyüka'nın da "evet, biz de dudak okuttuk, aynen böyle diyor" şeklindeki ilkokul çocuğu düzeyindeki argumanlarla bu inanılmaz taraflı ve iki yüzlü yorumu desteklemeye gayret etmeleri idi. Yahu, ne dudak okuması zaten adam 2-3 kelime ya söylüyor ya söylemiyor, daha çok tarzanca anlatmaya çalışıyor derdini, ama ne anlatıyor olursa olsun o kart işaretini yapması zaten herşeyi açıklamaya yetmiyor mu? Ne dediğinin ne önemi var? Adam ister "rakibe niye göstermedin" desin, ister "bana niye hemen gösterdin" desin, ne farkeder? Sonuçta hakemin otoritesini sarsmak ve tribünlere karşı onu zor duruma düşürmek değil mi hareketin sonucu. Ceza bunun için verilmiyor muydu o harekete?.. Bugüne kadar hangi kart hareketinden dolayı ceza alan oyuncunun dudak hareketlerini analiz edip maç sonrası beyanatını kaale aldınız ki? Nedir bu gayret? Amaç Delgado veya Beşiktaş'ı korumak mı, yoksa hakemi ve onun üzerinden federasyonu yıpratmak mı, işin o tarafını bilmek zor. Yani sonuçta neymiş, kırmızı kart hatalıymış. Yani Toroğlu rakipe niye kart çıkarmıyorsun maksadıyla kart işareti yapmakla bana niye kart çıkartıyorsun maksatlı kart işareti yapmanın aynı kapıya çıktığını idrak edecek zekadan yoksun olduğunu düşünebilir miyiz? Hiç sanmam. Bu durumda yine de aynı yorumu yapabilmek için insanın tahminlerin ötesinde bir çifte standart kabiliyeti olması gerekiyor.

Ayrıca bu akşam Erman Toroğlu'nun ağzından duydukki şöyle 4 metre mesafeden uçarak gelip ayak tabanınla rakibin ayak bileğine basmak da aslında "topa yönelik" bir hareket olarak görülüp ceza gerektirmeyebilirmiş. Dünyanın her yerinde doğrudan kırmızı kartla cezalandırılabilecek kadar tehlikeli ve rakibi sakatlamaya yönelik olabilecek böyle bir pozisyonda Delgado'ya kırmızı yerine sarı kart gösteren Cüneyt Çakır, aynı davranışı, hatta Toroğlu'nun önerdiği şekliyle hiç kart çıkartmamayı acaba faulu yapan Galatasaraylı futbolcu olduğunda yapsa nasıl yorumlanırdı, tahmin etmek güç değil. Toroğlu'nun bu pozisyon hakkınde "Delgado aslında topa gidiyor. Bu hareketten kart göreceksen yanlış. Delgado'yu tanırım iyi niyetli bir futbolcu. Tekme atmayan adam." dedikten sonra faule maruz kalan Barış Özbek hakkında "Asıl hakemler Barış'a dikkat etmeli. Barış abartılı kendini yere atan bir oyuncu" diye eklemesi de kendisinin Galatasaray nefreti ile şekillenen maksatlı hedef göstermelerine yeni bir örnek olarak kayıtlara alındı. Futbol gibi kuralları belli bir oyunu Toroğlu kadar çifte standartlı, onun kadar iki yüzlü ve onun kadar adamına göre farklı hükümlerle yorumlayabilen kaç kişi vardır bu yeryüzünde çok merak ediyorum. Galatasaraylı bir oyuncu yapsa büyük bir ihtimalle "kasap, vicdansız" gibi sıfatlar yakıştırıp "sarı bile az, kırmızı gerekirdi" diye yorumlayacağı neredeyse kesin olan bir faulde, faule maruz kalan Galatasaraylı futbolcu olduğunda yorumu 180 derece terse çevirmekten hiç utanıp sıkılmıyor bu Toroğlu. Bize de pişkinliğin bu kadarına hayretle bakakalmak kalıyor.




Daha birkaç hafta önce Ankaragücü maçının ilk dakikalarında Ayhan maruz kaldığı bir faulden sonra yerden kalkarken elini kart işareti şeklinde kaldırdığı anda sarı kartı yapıştıran hakem pek bir alkış almıştı medyadan. Ama kimse Ayhan'a maçtan sonra ne derdin vardı diye sormadı. Acaba sorsalar Ayhan da, bugün Delgado'nun yaptığı gibi ayaküstü hikaye yazıp "ben aslında ona rakibim kötü niyetle yapmadı, hocam bağışla da kart gösterme sakın demek istemiştim" gibisinden hikayeler anlatır mıydı? Hiç sanmam. Ahlaksızlık o denli almış yürümüş durumdaki Arda'ya ceza sahası içinde ayan beyan çelme takan ve %1500 penaltıya sebep olan Holosko (veya tercümanı) bile maçtan sonra "penaltı verilmeyebilirdi" diye yorum yapacak kadar yüzsüzleşebiliyor. Eğer bunlar ahlaklı ise ahlaksızından allah korusun hepimizi.

Toroğlu bugünkü sonuçtan öylesine müteessir olmuş olmalı ki, maçla ilgili yorumlarına başlarken sahanın Galatasaray seyircisi tarafından atılan konfetilerle "kirletildiğini" de dile getirdi, evet aynen bu kelimeyi defalarca kullandı. Sahada sadece kapalı tribünün bir kısmının önünde kalan bir öbek konfetiyle sahanın kirletildiğini belirten Toroğlu uzun uzun bu durumu kınadı. Artık "la havle" mi demek lazım, ne denebilir bilemiyorum ama Galatasaray düşmanlığı birilerinin gözünü öyle bir döndürüyor ki, Galatasaray adına yapıldığı sürece futbolun her türlü güzelliğine nefretle bakıyorlar.

Görünen o ki Galatasaray lehine sonuçlanan her maçtan sonra o maçın hakemi yerden yere vurulmaya devam edilecek. Sanki hakemlere Galatasaray'a maç kazandırmamak adına futbol kurallarını hiçe sayabilme refleksi ve cesareti yerleştirilmeye çalışılıyor adeta. Bu kadar kör gözüm parmağına çifte standartlı ve taraflı yorum yapıp hala tarafsızlık iddiası taşıyabilmek çok ilginç, hatta dümur bir durum gerçekten.

9 Aralık 2008 Salı

Kim asıl terbiyesiz



Milliyet gazetesinin web sitesinde bugün "Terbiyesiz Lincoln (!)" başlığı ile yayınlanan bir yazıda güya Lincoln'e Hacettepe maçından sonra yapılan saldırılar, terbiyesizlik ithamları ve hedef göstermeler hakkında Galatasaray taraftar sitelerinden derlenen karşılıklara yer verildi.

Anlaşılan o ki Türk basını bu konudaki kendi terbiyesizliğini bir şekilde sürdürmekte kararlı görünüyor. Sırf Galatasaray'ın futbolcusu olduğu için Lincoln'e yöneltilen (ispatı için bkz: Çifte standartın belgesi olur mu?) bu fanatik ve yobaz karalamaları her türlü çifte standartı göze alarak kör gözüm parmağına misali sürdüren basınımızın, özeleştiri vermek bir kenara, bu konudaki karşı çıkışları bile sadece Galatasaray taraftarı üzerinden dile getirerek kendi fanatizmlerini "normalize" edip buna karşı çıkışları marjinal gösterme gayreti açıkça görülüyor. Aşağıda Milliyet'in sözkonusu yazısı görülmekte.

Çifte standartın belgesi olur mu?



Oluyor işte.. Çifte standart tabiri çoğu zaman subjektif bulgularla temellendirilmeye çalışılan bir olgudur. Sana göre çifte standarttır, bana göre değildir mesela.. Ama geçen hafta Hacettepe-Galatasaray maçı bitmek üzereyken ve Galatasaray rakibi karşısında 3-1 galip oynarken Lincoln'ün orta sahada top sektirerek dripling yapmasını "terbiyesizlik", "rakibe saygısızlık" vb tanımlarla etiketleyen ve üstüne üstlük bir de bundan dolayı rakibin Lincoln'e "tekme atmaya hakkı olduğunu" dile getirebilecek kadar gözü dönen, rakipleri bu yönde cesaretlendirip teşvik edebilecek kadar gözü kararan mümtaz Türk spor basını (bkz. Ben olsam takip ederim), bu hafta Denizlispor-Fenerbahçe maçının son dakikasında, Fenerbahçe maçı 1-0 galip bitirmek üzereyken Roberto Carlos'un aynı Lincoln'ün yaptığı şekilde, tıpatıp aynı biçimde top sektirerek dripling yapmasına (sadece Carlos, Lincoln'den bir eksik, yani 4 kere sektirdi) tamamen sessiz ve yorumsuz kaldı. Hatta bu sahneye ilişkin görüntüler TRT dışında hiçbir kanaldaki özet görüntülerde yer bile bulamadı. Carlos'un belki bir Brezilya'lı dayanışması, ama daha muhtemelen Türk spor basınına bilinçli olarak çok ince ve zarif bir "futbolun güzelliklerini fanatizme kurban etmeyin" mesajı vermek için yaptığı bu hareket taraflılıktan, fanatizmden ve çifte standarttan gözü dönmüş olan Erman Toroğlular, Mehmet Demirkollar, Lig Radyonun fanatizme sonuna kadar batmış kimi yorumcuları ve basındaki onca fanatik tarafından algılanmadı bile. Algılansa bile bunlarda öyle bir kösele yüz varki bana mısın demediler bu tokat gibi cevaba. Yüzleri kızarmayı bırakın, pembeleşmedi bile. Bu durumda basınımızdaki çifte standartın en net ve su götürmez kanıtlarından biri olarak tarihe not düşüldü.

5 Aralık 2008 Cuma

Polat "gürledi"


Fanatik'te Yalçın Dümer imzalı bir habere göre Galatasaray spor klubünün sayın başkanı Adnan Polat, en nihayet gürleyerek "Lincoln'ün yakasından düşülmesi" uyarısı yapmış. Haber şöyle.

Behey başkan, sen Pazar akşamı daha Toroğlu fetvasını bitirmeden basacaktın o Lig TV stüdyosunu, iyice bir benzetecektin oradaki kabzımalı ki sana "helal olsun" diyebilelim. Bu ne şimdi, neredeyse bir hafta sonra Fanatik'in ücra bir köşesinde hani neredeyse mahçubiyet yüklü iki satır kelam ile mi koruyacaksın sen klübünün haklarını. Zahmet etmişsin bence.

"Lincoln terbiyesizliği"

Bugün de Milliyet'te Ercan Güven "Lincoln terbiyesizliğini Avrupa'ya taşıdı" başlıklı bir yazı ile sağduyu penceresinden bakarak değinmiş Lincoln meselesine. Koskoca medyada, 5 günde topu topu iki yazı çıktı bu hususta. Şuradan okunabilir.

4 Aralık 2008 Perşembe

Cem Dizdar

Bugün Lincoln'ün hedef gösterilmesi hakkında ilk defa sağduyu taşıyan bir yazıya rastladım basında. Fanatik gazetesinden Cem Dizdar burada yazmış.

Takipteyiz mütemadiyen

Galatasaray - Hacettepe maçı sonrası Toroğlu'nun Lincoln'ün sahada infaz edilmesi yönünde verdiği fetvanın üzerinden 4 gün geçti. Benzer bir fetvaya hedef olan Salman Rushdi yıllardır köşe bucak saklanıyor ama Lincoln'ün saklanmaya, kaçmaya pek niyeti yok gibi sanki. Nitekim dün gece Berlin'de yine sahne aldı ve rakibiyle bol bol "dalga geçti" (!). Rakip Hertha Berlin'di gerçi ama olsun, kolaysa Bayern München'e yapsındı aynı numaraları, değil mi? Bu arada ilk yarının sonlarında ceza sahasına girerken düşürülen, ancak hakemi aldatma yorumuyla sarı kart gören Lincoln için maçı yayınlayan Alman TV sinin spikerleri dahi gerçekten faul vardı, hatta eğer içerdeyse penaltı bile olabilir yorumu yaparken bizim TRT spikerinin "kendini yere bıraktı ve hakettiği kartı gördü" demesi, ancak maç bittikten, pozisyonu defalarca izledikten ve muhtemelen etraftan epey bir ayar aldıktan sonra ağız değiştirip "aslında penaltı verilebilirmiş diyorlar" demeye başlaması dahi medyanın sürü psikolojisi yaratma, beyin yıkama ve insanları şartlama konusunda ne kadar etkili bir silah olduğunu kanıtlamaya yetiyordu. Bana öyle geldi ki sanki TRT spikeri bile hafta sonundan beri Lincoln hakkında yürütülen kampanyanın kurbanı olmuş gibiydi.

Hani Toroğlu'nun, Demirkol'un filan yorumlarını anladık da, ben asıl 4 gündür Hıncal Uluç, Haşmet Babaoğlu gibi daha sağduyulu bilinen yorumcuların ne diyeceğini merakla bekledim. NTV'deki 90 dakika programını izleyemedim, ancak gazetelerindeki köşelerinde bu konuya değindiklerini hiç görmedim. Keza "Galatasaraylı" olarak bilinen spor yazarlarından da, hatta Galatasaray Spor Kulübünden bile bu konuda bir tepki geldiğini henüz duymuş değilim. Belki benim takip yetersizliğimdir bilemiyorum ama, Lincoln hakkında verilen fetvaya tepkisiz ve sessiz kalınması, en az o fetvanın kendisi kadar korkunç bir durum aslında.

Ben olsam takip ederim

Aslında bu blogu oluşturma sebebimdir geçen hafta sonu oynanan Galatasaray-Hacettepe maçı. Neden sebeptir, tek başına belki çok önemli görülmeyebilir, ama yıllardır birikenlerin artık taştığı maç olmuştur bu maç. Ne midir taşan? Sabır tabii ki. Yıllardır la havle diye sabrettiğimiz spor medyasındaki Galatasaray düşmanlığının vardığı boyutlar bu maçtan sonra öyle bir noktaya varmıştırki, dünyanın başka herhangi bir ülkesinde bırakın sportmenliği, fair play'i, resmen adli açıdan içinde suç unsuru bulunabilecek demeçler, söylemler, yazılar spor basınımızda ekranları ve sayfalarına doluşmuştur bir anda. Maçtaki sıradan bir hakem hatası büyütülmüş, büyütülmüş, adeta Galatasaray'ın haksız bir galibiyet aldığını söylemeye varan yorumlar yapılmış, dahası maçta alışılmış artistik hareketlerinden birini sergileyen ve tribünleri coşturan Lincoln terbiyesizlikle, saygısızlıkla vb suçlandığı gibi bir de açıkça saha içi şiddete hedef gösterilmiştir.

30 Kasım 2008 akşamı Ali Sami Yen stadına dönelim. Süleyman Abay adında bir hakemin yönettiği maçta neler olduğuna bir göz atalım. Önce 33. dakikada Sandro'nun golü ile Hacettepe öne geçiyor. 35. dakikada Lincoln'e yaptığı faul yüzünden sarı kart gören Tozo, bu defa kendisine faul yapılan bir pozisyonda hakeme sarı kart işareti yaptığı için ikinci sarı karttan kırmızıyı görüyor ve Hacettepe 10 kişi kalıyor. 45. dakikada Baros'un golü ile Galatasaray eşitliği yakalıyor ve ilk yarı bu sonuçla 1-1 sona eriyor. İkinci yarıda 57. dakikada Lincoln'ün ceza sahasına ortasına 2'si Hacettepeden, biri de Galatasaray'dan olmak üzerei toplam 3 futbolcu birlikte yükseliyor ve bunlardan Zoko topu tam Servet kafa vuracakken eliyle çeliyor, hakem de çok doğru bir kararla penaltı noktasına yöneliyor. Buraya kadar herşey güzelde, bahtsız hakemimiz bu pozisyonda eliyle çelen futbolcuyu o karambolde yanlış teşhis ederek gidip pozisyonun içindeki diğer Hacettepeli olan Teli'ye sarı kart gösteriyor. Baros'un 72. dakikadaki 3.golünden 4 dakika sonra aynı Teli bu defa gole giden Lincoln'ü neredeyse son adam durumundayken indirince ikinci sarıdan o da kırmızıyı görüyor ve Hacettepe 9 kişi kalıyor. Maçın son dakikalarında orta sahayı topla katederken Lincoln'ün topu ayağında sektirme gösterisi tribünlerden büyük alkış alıyor ve maç 3-1'lik sonuçla sona eriyor.

Buraya kadar aslında pek bir anormallik yok. 57. dakikadaki penaltı pozisyonu hakem açısından maçın kilit anı. Zira bu dakikada çalınan penaltı tribündeki seyirciler, hatta sahadaki oyuncular tarafından bile farkedilemeyecek kadar ince ve zor bir penaltı. Oyuncu karambolde topu eliyle çelerken pek çok kişi topun kafalardan sektiğini zannediyor. Hatta pozisyondan sonra hakemin Teli'ye çıkarttığı sarı kartı gören Ümit Karan önce kendisine kart gösterildi zannedip itiraza kalkışıyor, sonradan penaltı olduğu anlaşılıyor. Maçı TV'den izleyenler ise pozisyona ancak ağır çekim görüntüleriyle vakıf olabiliyorlar. Bu kadar ince bir penaltıyı süzüp değerlendirebilmek bir hakem açısından ciddi bir başarı iken, pozisyondaki "faili" karıştırıp yanlış oyuncuya kart göstermiş olması hakem açısından bir şanssızlık. Ama asıl şanssızlık aynı oyuncunun sonradan ikinci sarı ile kırmızıyı görmüş olması. Tabii bu kırmızı kart geldiğinde skorun çoktan 3-1 olmuş olması ve maçın bitimine kısa bir süre kalmış olması hakemi linç etmek isteyenler açısından bir engel değil. Zira hakemin bu "ince" penaltıyı görüp lehine düdük çaldığı takım Galatasaray olduğu için maç biter bitmez çanlar onun için çalmaya, darağcı kurulup yağlı ilmek boynuna geçirilmeye başlanıyor bile.

Bu sezon, bu ligde ne kadar doğru olursa olsun Galatasarayın lehine çalınacak düdüklerin faturasının çok ağır olabileceği Süleyman Abay'ın kimliğinde tüm hakemlere ibret olarak gösteriliyor maçtan sonra. Medya sonuca o kadar sinirlenmiş durumdaki Erdoğan Arıca adlı Hacettepe teknik direktörünün maçtan sonra sergilediği hazım probleminin arkasına takılıp hakem için hazırlanan darağacının yanına Lincoln için de bir tane eklemekte hiçbir sakınca görmüyorlar. Erman Toroğlu'nun maçtan sonra Lincoln hakkında yaptığı yorumlar gerçekten tüyler ürpertici. Toroğlu, Lincoln'ün top sektirmesine karşılık rakip oyuncuların "onu takip ederek" gerekli gördüğü infazı gerçekleştirmeye hakları olduğunu iddia edebiliyor. Adı "hakem yorumcusu"na çıkmış bir zat'ın böylesi bir cümleyi sarfedebilmiş olması gerçekten dehşet verici. Ama daha da dehşet verici olanı, Toroğlu gibi futbol anlayışı "kazmalık" üzerine kurulu birinin peşisıra her fırsatta futbolun güzelliklerini, teknik ve artistik yanını öne çıkarıp yıldız futbolcuların futbola kattığı değeri dillerinden düşürmeyen Mehmet Demirkol gibilerin de aynı teraneyi tekrar edip Lincoln'ü saygısızlık, hatta terbiyesizlikle suçlayabilmeleri. Lig Radyo'da adını bilemediğim bir takım başka yorumcuların da aynı Toroğlu gibi bu pozisyondan sonra Lincoln'e gidip tekme atılmasını mübah hatta "hak" olarak gören söylemlerini bizzat kendi kulaklarımla dinledim ertesi gün.

Daha tribünlerden sokaklara taşan taraftar fanatizminin yarattığı sıkıntılar çözülememişken, güya o tribünleri doğru yönlendirmesi, halkı "bilinçlendirmesi" beklenen medyanın içine yerleşmiş fanatizmi görünce bu konuda hiçbir ümit kalmadığını anlamak zor değil. Dahası, aslında tribünlerdeki fanatizmin kaynağını bulmak için de çok uzaklara gitmeye, uzun sosyoekonomik analizlere hiç gerek yok. Erman Toroğlu'dan Mehmet Demirkol'a uzanan skala içinde medyada birer köşe kapmış olan ve futbolu açıkça oyuncuların forma rengine göre değişen bir kaypaklık ve omurgasızlıkla değerlendirip futbolun güzelliklerini ancak sempati duydukları formalar altında alkışlayabilen, düşman oldukları renkler sözkonusu olduğunda ise aynı güzellikleri linç etmekten çekinmeyen bu leşkerlerle futbolda fanatizmin egemenliğinin kayıtsız şartsız süreceğini söylemek kehanet olmamalı.

Ne diyor Erman Toroğlu, "ben olsam takip ederim" diyor. Öyleyse bundan sonra biz de takip edeceğiz. Hadi kolay gelsin.


Not: Video, youtube'tan apartmadır.

Vakıa Nüvis

Osmanlıcada vaka "olay", vakıa ise "olgu" anlamına geliyor biliyorsunuz. Bu durumda vakanüvis, olayları yazmakla görevli devlet tarihçilerine verilen bir isimken vakıanüvis ise olaylardan ziyade olguları yazan anlamına gelebiliyor. Reşat Nuri Güntekin'in de bir zamanlar mahlas olarak kullandığı "vakanüvis" adı önceden kapılmış olduğundan ben de "vakıanüvis" olarak adlandırdım bu blogu. Neden?... Çünkü burada ağırlıklı olarak futbol alemimizde yaşanan olayları ve gözlenen olguları kendi zaviyemden tarihe not düşmeye çalışacağım da ondan.