16 Mart 2009 Pazartesi

Adamına göre futbol kuralı


Lig TV'nin izleyicilerini futbol kuralları hakkında bilgilendirme hizmeti kapsamında ekrana gelen bir soru ve cevabı bu. Aynı kurumun Kayserispor maçında Selçuk Dereli'nin Lincoln'a gösterdiği kırmızı kart hakkında yaptığı yorumları hatırlayınca insan futbolumuzun getirildiği duruma gülsün mü, ağlasın mı bilemiyor. Futbolun kurallarının Türkiye'de nasıl yerine, zamanına ve adamına göre farklı uygulandığının bundan daha güzel bir kanıtı olabilir mi?

11 Şubat 2009 Çarşamba

Futbolun Ergenekonu

Galatasaray - Kayserispor maçı oynanalı 4 gün geçti ve olan biten hakkında bu kadar beklemenin nedeni spor kamuoyunun bu maç hakkındaki tepkilerini izlemekti biraz da. Gerek maçta yaşananlar, gerekse de maçtan sonra kamuoyunun kanaat önderlerinin takındığı tutum öylesine dehşet verici ki Türkiye'de futbolun içinde alışılagelmiş "masa başı oyunları" tabirinin kapsamı ve anlamının çok ötesinde, çok daha derin bir mekanizmanın çalıştığını görmemek mümkün değil.

Önce bir hafta geriye gidip Sivas - Galatasaray maçında yaşanan hakeme su sıçratma bahaneli kırmızı kartı kısaca hatırladıktan sonra bu maçta olanlara bakacak olursak, tarafsız her futbol izleyicisinin daha ilk bakışta penaltı olduğuna hükmedebileceği kadar açık ve net bir pozisyon sonrası penaltı vermek yerine düşürülen oyuncuya kandırma girişimi nedeniyle verilen bir sarı kart görüyoruz. Bunun hemen 4-5 dakika sonrasında da aynı oyuncu, top daha durmadan ve de atılması gereken yerden atılmayan bir faul atışında, 9.15 metreye açılması yönünde hiçbir uyarı olmadan topa 4-5 metre mesafede durduğu ve atışı ayağı ile kestiği için ikinci sarı kartla oyundan atıldığını görüyoruz. Nereden bakarsanız bakın "hakem hatası" kavramı çerçevesinde değerlendirilemeyecek kadar açıkça artniyetli ve önceden planlanmış olduğu belli olan bu tavırdan sonra o ana kadar gayet güzel ve dostça süren müsabaka da, son derece sakin durumdaki tribünler de çığrından çıkıyor ve o ana kadar Galatasaray'ın hem skor hem de futbol olarak üstün durumda götürdüğü maç giderek ikinci yarıda Kayseri hakimiyetine geçiyor, son dakikalarda gelen biraz da şans katkılı bir golle maç 1-1 bitince de kızılca kıyamet kopuyordu. Ama görünen oydu ki, maç Galatasaray galibiyeti ile bitse dahi hakemin tutumuna gösterilen tribün tepkileri nedeniyle ilerleyen haftalarda Galatasaray'a kesilecek bir cezanın hazırlığı önceden yapılmıştı ve bu maç her halükarda gündemde kalmaya devam edecekti.

Ama hazırlıkların sadece bu kadarla kalmamış olduğu maçın bittiği andan itibaren anlaşılmaya başlandı. Süper Lig'in gayrı resmi, ancak ana yönlendiricisi durumundaki Lig TV ve Maraton ekibi, başta Erman Toroğlu olmak üzere derhal maçtaki hakem tutumunu (hataları demek mümkün değil) savunan ve haklı göstermeye çalışan söylemleri ile karşımızdaydılar. Mesela, Toroğlu'na göre Lincoln'ün her iki kartı da son derece doğruydu. Nitekim Lincoln aslında uzanan çelmeyi görmüş ve ayağını buna bilinçli olarak takmıştı. Ayrıca toptan açılmayıp bir de ayağını uzatması da kesin ikinci sarı kartı gerektiren bir ihlaldi. Lincoln'ü daha önce top sektirdiği için rakibi küçümsemek ile suçlayan ve esaslı bir tekmeyi hakettiğini eklemeden duramayan Toroğlu, ceza sahasındaki pozisyonda da saniyenin 10'da biri kadar sürede gerçekleşen bir driplingle adam geçme enstantanesinde bu oyuncunun ayağını arkadaki rakibinin uzanan tekmesine takabilecek kadar insanüstü melekelere sahip olduğuna inanıyor olamazdı tabii. Ama maksat hakemi temize çıkarmak olduktan sonra nasıl olsa kimsenin söylenenlerde mantık aramadığı, herkesin her olaya fanatizm gözlüğü ile baktığı bilinen bir ülkede en azından Galatasaraylı olmayan herkesi bu söyleme inandırmak hiç de zor olmayacaktı. Bunu başardıktan sonra ikinci kartın haklılığına kamuoyunu inandırmak çocuk oyuncağı idi. Zira Lincoln hem 9.15'e açılmayarak, hem de topu kesmek için ayağını kaldırarak açıkça ihlal yapmıştı. Ama burada da eski bir hakem olmak, orada hakemin görevinin önce oyuncuyu açılma konusunda ikaz etmek, buna uyulmadığı takdirde kartını göstermek olduğunu, ayrıca atışın yerinden yapılmasından da, atış yapılırken topun durmasını sağlamaktan da hakemin sorumlu olduğunu bilmeye yetmiyor, bunlar bilinse bile bunu açıkça söylemek dürüstlüğü de futbolu manipule etmek amaçlı gizli bir teşkilatın fanatik kitleleri ikna etmekle görevli bir üyesinin misyonuna uymuyordu.

Tabii bu söylem Erman Toroğlu ile sınırlı kalmayacaktı. Bunu takibeden pek çok spor yayınında ve gazetelerdeki köşelerde, bilhassa da eski hakem sıfatlı isimlerin genelde Selçuk Dereli'nin yönetimini haklı göstermek yönündeki faaliyetleri ertesi gün de sürdü. Hatta bu toplu propaganda faaliyeti ile öyle bir hava yaratıldıki, sanki aslında hakem Galatasaray'ı çaktırmadan kayırmış, Lincoln'e çok doğru kartlar gösterirken bir yandan da Kayseri'nin bir sürü penaltısını vermemiş, hatta Galatasaray'da daha atılması gereken başka oyuncular varken onları da atmayarak aslında Galatasaray'dan yana bir maç yönetmişti. Mesela başı kanayan Baros önce başına sürdüğü ve kan bulaşan elini hakemin formasına dokundurunca "elindeki kanı hakemin formasına sürdü" olarak etiket yapıştırılıvermişti bile alnına. Halbuki görüntüler de açıkça görülüyorduki Baros önce eliyle başını gösterip hakeme bir şeyler anlatırken formasına dokunuyor, sonra geri dönerken elindeki kanı farkediyordu. Ayrıca hakemin formasına kan sürmek gibi bir fiil futbol kurallarında tanımlanmış ve ceza biçilmiş olabilir miydi? Yoksa mesela burnunu sümkürdükten sonra sümüğünü hakemin sırtına silen oyuncular varsa bunları tespit etmek için hakemin formasını maçtan sonra adli tıbba göndermek gerekir miydi? Acaba kan, sümükten veya ter'den daha sakıncalı bir vücut sıvısı olduğu için mi böyle bir ceza gerekli görülmüştü ulemalar tarafından? Her neyse, işin bu yönünü tartışmayı bir kenara bırakıp maça dönersek, spor basınının köşe başlarını tutmuş bilumum zevatın maç sonrası sergilediği Selçuk Dereli'yi temize çıkarıp maça tepki gösteren önce Galatasaray tribünleri, sonra da Galatasaray yönetimini topla tutma konusundaki uyum ve güçbirliği gerçekten hayranlık uyandırıcı düzeydeydi.

Önce Selçuk Dereli'nin bilmemkaç sene önce Yozgat'ta rakibinin ayağını kan içinde bırakan (o zaman Galatasaray forması giyen) Sergen Yalçın'a kırmızı kart göstermediği tekrar ısıtılıp gündeme getirildi. Bu ısıtılan bayat konu, aslında Türk futbolunu manipule eden gizli teşkilatın tarihinin hangi yıllara kadar uzandığı konusunda da bir fikir veriyor. Bahsi geçen olaydaki gözlerden kaçan küçük ama önemli bir detay (eğer olayın görüntüleri tekrar ekranlara getirilirse) görülecektir ki o pozisyonda Sergen Yalçın'ın teması ile yere yığılan Yozgatsporlu oyuncunun dizine saha kenarında masör tarafından tatbik edilen ve halk arasında tendurdiyot olarak bilinen "batticon" adlı koyu renkli ilacın dizlerinden aşağı akan lekesi sonradan kameralara "dizim kan içinde kaldı, halime bakın" diye gösterilip bu şekilde yayınlanmış ve sanki Sergen Yalçın mızraklı krampon giyiyormuş da buna neden olmuş gibi gösterilerek o maçın hakemi Dereli'nin alnına "Galatasaraylı" damgası yapıştırılıvermişti. Tıpkı daha önceki yıllarda İzmir'deki bir Altay-Galatasaray maçı sonrası soyunma odası tünelinde Hakan Şükür'den forma istediği o zamanın Altay yöneticisi, şimdinin (dikkat!) Federasyon Başkanı Mahmut Özgener tarafından kanal kanal gezilerek kamuoyuna ilanen duyurulan ve bu sayede aynı "Galatasaraylı" damgasını yiyen ve sonraki yıllarda da gerek Saraçoğlundaki 4 kırmızı kartlı maçta, gerekse de Olimpiyat stadında Beşiktaşın 100.yıl şampiyonluğunu tesis eden iki sahte penaltılı maçta bunun diyeti fazlasıyla ödetilen Ali Aydın gibi Selçuk Dereli de o Yozgat maçında üstüne yığılan "günahını" temizlemek için yıllardır gayret içinde. Ama galiba sonunda başardı ve her sene şampiyon belirleme konusundaki tercihi değişse de tek değişmez özelliği olarak her zaman ilk amacı Galatasarayı durdurmak olan o malum teşkilatın gözüne girdi.


25 Ocak 2009 Pazar

Erdinç Sezertam



Bu ismi bir kenara not etmek lazım. Çünkü bu arkadaş, dün Sivas'ta Galatasaray'dan 3 puan aldı.

Ümit Karan'a kırmızı kart gösterilen pozisyon tam Türkiye'ye özgü. Karlı ve kaygan sahada kayarak saha dışına uçan oyuncu ayağa kalkıp baştan aşağı bulandığı buzlu suya lanet okuyor, o öfkeyle bir de yerdeki buza tekme atınca "hooop" kırmızı kart. Neymiş, küfür etmiş. Gerçi Ümit "etmedim" diyor ama, muhtemelen küfrü hakeme etmediğini kastediyor, yoksa yerdeki kar'a küfür etmiş olabilir pekala. Bizde küfür gündelik yaşamın bir parçasıdır, ayağı taşa takılan bile en azından bir "hay taş gibi ben senin .." diye başlayan bir cümle kurar illaki. Bu Ümit Karan'ın kartında bir süre önce İstanbul'da yaşanan bir olay geldi aklıma. Genç bir adam yolda yürürken boş kola kutusuna tekme atıyor, kutunun boş olmaması nedeniyle üzerine kola sıçrayınca da "ulan bütün pislikler de gelir beni bulur" diye söyleniyordu. Aksilik bu ya, tam o sırada oradan geçen sivil bir polis memuru bu sözleri üzerine alınıyor ve silahını çekip genci vuruyordu.. Erdinç Sezertam adlı şahsın, o olaydaki polis memuru ile ne gibi psikolojik ortak yönleri vardır bilemiyorum ama iki olay birbirine had safhada benziyor gibi görünüyor. Çünkü gerçekten de pozisyonda Ümit Karan'ın yan hakeme bırakın küfrü, herhangi bir söz söylemesi için hiçbir neden görülmüyor. Ümit, alenen yerdeki buza odaklanmışken ağzından çıkan sözlerin hakemi hedef alması kadar mantıksız bir durum olamaz. Ama Erdinç Sezertam adlı yardımcı hakem bir şekilde meseleyi üzerine alınıyor, orta hakemi çağırıyor ve Ümit'e kırmızı kart göstertiyor işte..

Ancak olayların gelişimi maçın ikinci yarısında daha da ilginç bir hal alıyor. Erdinç Sezertam sayesinde 10 kişi bırakılan Galatasaray yine aynı hakemin ofsayt bayrağını kaldırmak gereğini hissetmediği bir ofsayt pozisyonda golü de yiyor ve 0-1 mağlup duruma düşüyor. O kadar ağır bir sahada zaten kadro olarak çok eksik durumda olan, bir de hakemin üstünü başını kirletme terbiyesizliği gösteren kaptanı sayesinde 10 kişi kalan Galatasaray, üstüne üstlük skor olarak da geriye düşünce artık o maçı çevirmesinin zaten çok zor olacağı belli, bir de ikinci gol yenince zaten maç bitiyor. Artık maç boyunca verdirdiği veya verdirmediği her kararda istisnasız Galatasaray aleyhine olmayı başarıp bu senaryonun baş rolünü oynayan Erdinç Sezertam'in bu başarısının ilgili makamlarca gelecekte nasıl ödüllendirileceğini merakla izlemekteyiz.

22 Aralık 2008 Pazartesi

Sen misin Galatasaray'a penaltı veren

İşte yeniden başlıyoruz. Geçen sezon Ali Sami Yen'de oynanan Galatasaray-Fenerbahçe maçında Fenerbahçeli oyunculara iki kırmızı kart gösteren ve bunun bedelini o günden beri hiçbir büyük maçta görev verilmeyerek ödemek zorunda kalan Cüneyt Çakır anlaşılan dersini hala alamamış. Türkiye'de futbol kurallarının tarafsız bir şekilde uygulanmasına asla izin verilmeyeceğini, hangi camianın medyada lobisi varsa, hangisi cazgırlıkta daha baskın ise daima onu koruyup kollamak gerektiğini öğrenememiş. O kupa maçında Fenerbahçeli futbolculara gösterilen kartların hepsi futbol kuralları içinde doğru kartlar olsa da sonuçta 9 kişi bıraktığın takım Fenerbahçe ise bunun bir bedelinin mutlaka olacağını unutmuş olacakki bugünkü Galatasaray-Beşiktaş maçında da mükemmel bir yönetim gösterse bile Galatasaray lehine çaldığı (ikisi de %100 doğru) iki penaltı ve Delgado'ya gösterdiği (ikisi de %100 doğru) iki sarı karttan dolayı maçın bittiği andan itibaren infaz edilmeye başladı.

Bu akşam hep birlikte gördükki hakeme "sarı kart işareti" yapmak başka her maçta direkt sarı kartla cezalandırılması gereken bir davranış olduğu söylenir iken, eğer sözkonusu olan Galatasaray'ın rakibi ise, bu durumda o hareket sırasında sarfedilen laflar, o hareketi rakibi değil kendini kastederek filan yapmak durumu meşru hale getirebiliyormuş. Hatta eğer bu hareketi yaparken hakeme ingilizce (olduğu iddia edilen) bir takım cümleler sarfeder, maçtan sonra da basına "ben bana gösterdiği kartı kastettim" dersen bu durumda hakem haksız kabul edilmeliymiş. Yani "niye rakibe sarı kart göstermiyorsun" anlamında kart işareti yapmak yasak, ama "niye bana sarı kart gösterdin" anlamında aynı işareti yapmak mübah olabiliyormuş, sanki ikisi de sonuçta itiraz değilmiş gibi, sanki "bana ilk faulümde kart gösterdin" demek aslında "rakibe neden aynısı göstermiyorsun" anlamına gelmiyormuş gibi. Toroğlu'nun yorumuna göre ise burada Delgado diyormuş ki, "Arkadaş ben bir faul yaptım, sen sarı verdin. Adam kaç defa yaptı, niye vermiyorsun?" Üstelik bunu İngilizce söylüyormuş. Ama FIFA kokartlı dil bilen hakem bunu anlamıyormuş. Burada bir diğer enteresan taktik de Toroğlu'nun bunları söylerken "maç sırasında beni 5 arkadaşım aradı, beşi de Delgado'nun dudaklarının hareketinden ne dediğini çözüp bana ilettiler" Büyüka'nın da "evet, biz de dudak okuttuk, aynen böyle diyor" şeklindeki ilkokul çocuğu düzeyindeki argumanlarla bu inanılmaz taraflı ve iki yüzlü yorumu desteklemeye gayret etmeleri idi. Yahu, ne dudak okuması zaten adam 2-3 kelime ya söylüyor ya söylemiyor, daha çok tarzanca anlatmaya çalışıyor derdini, ama ne anlatıyor olursa olsun o kart işaretini yapması zaten herşeyi açıklamaya yetmiyor mu? Ne dediğinin ne önemi var? Adam ister "rakibe niye göstermedin" desin, ister "bana niye hemen gösterdin" desin, ne farkeder? Sonuçta hakemin otoritesini sarsmak ve tribünlere karşı onu zor duruma düşürmek değil mi hareketin sonucu. Ceza bunun için verilmiyor muydu o harekete?.. Bugüne kadar hangi kart hareketinden dolayı ceza alan oyuncunun dudak hareketlerini analiz edip maç sonrası beyanatını kaale aldınız ki? Nedir bu gayret? Amaç Delgado veya Beşiktaş'ı korumak mı, yoksa hakemi ve onun üzerinden federasyonu yıpratmak mı, işin o tarafını bilmek zor. Yani sonuçta neymiş, kırmızı kart hatalıymış. Yani Toroğlu rakipe niye kart çıkarmıyorsun maksadıyla kart işareti yapmakla bana niye kart çıkartıyorsun maksatlı kart işareti yapmanın aynı kapıya çıktığını idrak edecek zekadan yoksun olduğunu düşünebilir miyiz? Hiç sanmam. Bu durumda yine de aynı yorumu yapabilmek için insanın tahminlerin ötesinde bir çifte standart kabiliyeti olması gerekiyor.

Ayrıca bu akşam Erman Toroğlu'nun ağzından duydukki şöyle 4 metre mesafeden uçarak gelip ayak tabanınla rakibin ayak bileğine basmak da aslında "topa yönelik" bir hareket olarak görülüp ceza gerektirmeyebilirmiş. Dünyanın her yerinde doğrudan kırmızı kartla cezalandırılabilecek kadar tehlikeli ve rakibi sakatlamaya yönelik olabilecek böyle bir pozisyonda Delgado'ya kırmızı yerine sarı kart gösteren Cüneyt Çakır, aynı davranışı, hatta Toroğlu'nun önerdiği şekliyle hiç kart çıkartmamayı acaba faulu yapan Galatasaraylı futbolcu olduğunda yapsa nasıl yorumlanırdı, tahmin etmek güç değil. Toroğlu'nun bu pozisyon hakkınde "Delgado aslında topa gidiyor. Bu hareketten kart göreceksen yanlış. Delgado'yu tanırım iyi niyetli bir futbolcu. Tekme atmayan adam." dedikten sonra faule maruz kalan Barış Özbek hakkında "Asıl hakemler Barış'a dikkat etmeli. Barış abartılı kendini yere atan bir oyuncu" diye eklemesi de kendisinin Galatasaray nefreti ile şekillenen maksatlı hedef göstermelerine yeni bir örnek olarak kayıtlara alındı. Futbol gibi kuralları belli bir oyunu Toroğlu kadar çifte standartlı, onun kadar iki yüzlü ve onun kadar adamına göre farklı hükümlerle yorumlayabilen kaç kişi vardır bu yeryüzünde çok merak ediyorum. Galatasaraylı bir oyuncu yapsa büyük bir ihtimalle "kasap, vicdansız" gibi sıfatlar yakıştırıp "sarı bile az, kırmızı gerekirdi" diye yorumlayacağı neredeyse kesin olan bir faulde, faule maruz kalan Galatasaraylı futbolcu olduğunda yorumu 180 derece terse çevirmekten hiç utanıp sıkılmıyor bu Toroğlu. Bize de pişkinliğin bu kadarına hayretle bakakalmak kalıyor.




Daha birkaç hafta önce Ankaragücü maçının ilk dakikalarında Ayhan maruz kaldığı bir faulden sonra yerden kalkarken elini kart işareti şeklinde kaldırdığı anda sarı kartı yapıştıran hakem pek bir alkış almıştı medyadan. Ama kimse Ayhan'a maçtan sonra ne derdin vardı diye sormadı. Acaba sorsalar Ayhan da, bugün Delgado'nun yaptığı gibi ayaküstü hikaye yazıp "ben aslında ona rakibim kötü niyetle yapmadı, hocam bağışla da kart gösterme sakın demek istemiştim" gibisinden hikayeler anlatır mıydı? Hiç sanmam. Ahlaksızlık o denli almış yürümüş durumdaki Arda'ya ceza sahası içinde ayan beyan çelme takan ve %1500 penaltıya sebep olan Holosko (veya tercümanı) bile maçtan sonra "penaltı verilmeyebilirdi" diye yorum yapacak kadar yüzsüzleşebiliyor. Eğer bunlar ahlaklı ise ahlaksızından allah korusun hepimizi.

Toroğlu bugünkü sonuçtan öylesine müteessir olmuş olmalı ki, maçla ilgili yorumlarına başlarken sahanın Galatasaray seyircisi tarafından atılan konfetilerle "kirletildiğini" de dile getirdi, evet aynen bu kelimeyi defalarca kullandı. Sahada sadece kapalı tribünün bir kısmının önünde kalan bir öbek konfetiyle sahanın kirletildiğini belirten Toroğlu uzun uzun bu durumu kınadı. Artık "la havle" mi demek lazım, ne denebilir bilemiyorum ama Galatasaray düşmanlığı birilerinin gözünü öyle bir döndürüyor ki, Galatasaray adına yapıldığı sürece futbolun her türlü güzelliğine nefretle bakıyorlar.

Görünen o ki Galatasaray lehine sonuçlanan her maçtan sonra o maçın hakemi yerden yere vurulmaya devam edilecek. Sanki hakemlere Galatasaray'a maç kazandırmamak adına futbol kurallarını hiçe sayabilme refleksi ve cesareti yerleştirilmeye çalışılıyor adeta. Bu kadar kör gözüm parmağına çifte standartlı ve taraflı yorum yapıp hala tarafsızlık iddiası taşıyabilmek çok ilginç, hatta dümur bir durum gerçekten.

9 Aralık 2008 Salı

Kim asıl terbiyesiz



Milliyet gazetesinin web sitesinde bugün "Terbiyesiz Lincoln (!)" başlığı ile yayınlanan bir yazıda güya Lincoln'e Hacettepe maçından sonra yapılan saldırılar, terbiyesizlik ithamları ve hedef göstermeler hakkında Galatasaray taraftar sitelerinden derlenen karşılıklara yer verildi.

Anlaşılan o ki Türk basını bu konudaki kendi terbiyesizliğini bir şekilde sürdürmekte kararlı görünüyor. Sırf Galatasaray'ın futbolcusu olduğu için Lincoln'e yöneltilen (ispatı için bkz: Çifte standartın belgesi olur mu?) bu fanatik ve yobaz karalamaları her türlü çifte standartı göze alarak kör gözüm parmağına misali sürdüren basınımızın, özeleştiri vermek bir kenara, bu konudaki karşı çıkışları bile sadece Galatasaray taraftarı üzerinden dile getirerek kendi fanatizmlerini "normalize" edip buna karşı çıkışları marjinal gösterme gayreti açıkça görülüyor. Aşağıda Milliyet'in sözkonusu yazısı görülmekte.

Çifte standartın belgesi olur mu?



Oluyor işte.. Çifte standart tabiri çoğu zaman subjektif bulgularla temellendirilmeye çalışılan bir olgudur. Sana göre çifte standarttır, bana göre değildir mesela.. Ama geçen hafta Hacettepe-Galatasaray maçı bitmek üzereyken ve Galatasaray rakibi karşısında 3-1 galip oynarken Lincoln'ün orta sahada top sektirerek dripling yapmasını "terbiyesizlik", "rakibe saygısızlık" vb tanımlarla etiketleyen ve üstüne üstlük bir de bundan dolayı rakibin Lincoln'e "tekme atmaya hakkı olduğunu" dile getirebilecek kadar gözü dönen, rakipleri bu yönde cesaretlendirip teşvik edebilecek kadar gözü kararan mümtaz Türk spor basını (bkz. Ben olsam takip ederim), bu hafta Denizlispor-Fenerbahçe maçının son dakikasında, Fenerbahçe maçı 1-0 galip bitirmek üzereyken Roberto Carlos'un aynı Lincoln'ün yaptığı şekilde, tıpatıp aynı biçimde top sektirerek dripling yapmasına (sadece Carlos, Lincoln'den bir eksik, yani 4 kere sektirdi) tamamen sessiz ve yorumsuz kaldı. Hatta bu sahneye ilişkin görüntüler TRT dışında hiçbir kanaldaki özet görüntülerde yer bile bulamadı. Carlos'un belki bir Brezilya'lı dayanışması, ama daha muhtemelen Türk spor basınına bilinçli olarak çok ince ve zarif bir "futbolun güzelliklerini fanatizme kurban etmeyin" mesajı vermek için yaptığı bu hareket taraflılıktan, fanatizmden ve çifte standarttan gözü dönmüş olan Erman Toroğlular, Mehmet Demirkollar, Lig Radyonun fanatizme sonuna kadar batmış kimi yorumcuları ve basındaki onca fanatik tarafından algılanmadı bile. Algılansa bile bunlarda öyle bir kösele yüz varki bana mısın demediler bu tokat gibi cevaba. Yüzleri kızarmayı bırakın, pembeleşmedi bile. Bu durumda basınımızdaki çifte standartın en net ve su götürmez kanıtlarından biri olarak tarihe not düşüldü.

5 Aralık 2008 Cuma

Polat "gürledi"


Fanatik'te Yalçın Dümer imzalı bir habere göre Galatasaray spor klubünün sayın başkanı Adnan Polat, en nihayet gürleyerek "Lincoln'ün yakasından düşülmesi" uyarısı yapmış. Haber şöyle.

Behey başkan, sen Pazar akşamı daha Toroğlu fetvasını bitirmeden basacaktın o Lig TV stüdyosunu, iyice bir benzetecektin oradaki kabzımalı ki sana "helal olsun" diyebilelim. Bu ne şimdi, neredeyse bir hafta sonra Fanatik'in ücra bir köşesinde hani neredeyse mahçubiyet yüklü iki satır kelam ile mi koruyacaksın sen klübünün haklarını. Zahmet etmişsin bence.